Istrancalarda, toprak ananın koynunda iki huzur dolu günü geride bıraktık. Gecenin karanlığı çökmeden yüksek ağaçların gölgesine, derelerin kenarına çadırlarımızı atıp huzura bıraktık kendimizi. Toplanan ağaçlar ateşe, sular kaynayıp çaya, yiyecekler yemeğe dönüşüyordu. Sofra sade, sohbetler tatlı, karanlık koyuydu. İlerleyen saatler ateş böcekleri minik şovlarına, alevler karanlığı aydınlatmaya, çakallar ulumaya başlamıştı. Bir yer daha bulmuştuk insandan uzak doğaya yakın. Sessizliği dinleyip, karanlığı içerek sabaha ulaştık. Gün ağarmadan kuşlar çılgınça ötmeye başlamış, dereler kuşlarla yarışa girmiş gibiydi. Sönmek üzere olan ateşimizi alevlendirip kahvaltımızı yaptık, közde kahve keyfinden sonra, serin dere suyunda duşumuzu alıp dinlendik. Dostlarla yapılan uzun sohbetler, yenilen yemekler, içilen çaylarla zaman öyle güzel aktı ki hiç bir şey anlamadık. Doğaya kavuşmak heyecanlı, ayrılmak buruk. Huzuru, güzelliği, dinginliği, sadeleği bırakıp kaosa, çekişmeye, keşmekeşliğe, doyumsuz ve hırs dolu insanların arasına dönmek ürpertici.